"ağlamakla, inlemekle ömrüm gelip geçiyor. devası yok, garip gönlüm günden güne, ah, eriyor."girişiyle başlayan filmi yıllar sonra (galiba) 2. kez izleme fırsatını bulabildim... zamanında izlenen şeylerin yıllar sonra (nesil geçişi de diyebiliriz..) tekrar izlenildiğinde ilk keyfini vermemesi olasılığı bu sefer olmadı. filmden eskiden olduğu gibi (hatta daha da fazla..) keyif aldım.

türk sineması içinde "beyefendi" diye sayabileceğimiz bir film.. filmin içindeki dünyada (hemen sevinmeyin orası malesef türkiye) yaşayan insanlar arasından "beyefendiliği" ile sıyrılabilecek olan ve günümüzde pek eşi benzeri olmayan ütopik
Muhsin Bey karakteri. onun beyefendi duruşu filmin kendisine de sinmiş. bir insan çiçekleri sularken bile bu kadar zarif olabilir mi yahu.. zaten filmin genel havasını da en iyi anlatan sahne filmin sonlarına doğru hapisten çıktığında eski evine gelip ölü çiçekleriyle konuştuğu anlara aittir..
bu filmi zamanında izlemiş "bilinçli" seyirci acaba o yıllarda neler düşündü bilemem ama film yıllar sonraki ülkenin müziğinin geldiği noktayı, ta o zamanlardan bilmiş gibi sanki. nedir değişen ? sadece biraz daha makyajlandı biraz daha evrenselleşti.. o zaman eli titreyerek son kuruşunu şarkı yarışmasına uzatan kişiler şimdi tivilerde juri karşısında çağın getirdiği türlü türlü yarışmalarda aynı kaygıyı.. basitliği.. yapaylığı sergileyerek türk müziğini kanatmaya devam etmiyorlar mı sanki ?!..

yoksa
Yavuz Turgul geleceği mi hissetti gördü ve kamerasına yansıttı.. galiba öyle oldu. bunu da filmde; yıllar sonra
eşkıya'da yine bir çatı üzerinde rastlayacak olan
şener şen ve
uğur yücel'in sahnesiyle seyircinin gözüne gözüne soktu.
muhsin bey'in intiharın eşiğindeki
ali nazik'e "
bunu başaracağız.. ben bir adım geri geleceğim, sen bir adım ileri.." sözleri ile mimledi. notasıyla, sülfajıyla, şusuyla busuyla gerçek türk müziği bir adım geri geldi ve
ali nazik'lerin lahmacun müziği bir adım ileri atladı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder