Çarşamba, Şubat 14, 2007

5) Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi


çok iç gıcıklatıyor filmin konusu.. böyle melankolik, karamsar ve az-çok aşk içeren filmlerin seyrine doyulmuyor...


Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi / Wristcutters: A Love Story *

----------------------------------------------------------------------------------------------------


"Hayat bir yolculuktur, ölüm sonrası ise delicesine bir macera!"
(filmden)


Film* hakkında;

Yirmili yaşlarındaki Zia (Almost Famous'dan Patrick Fugit) kız arkadaşı Desiree'den ayrılmanın acısına dayanamayarak intihar eder. Uyandığında kendini sadece intihar edenlerin yaşadığı garip bir ölüm sonrası dünyada bulur. Burası tuhaf bir yerdir; barlarda sadece Joy Division ve Nirvana gibi intihar etmiş elemanlara sahip grupların şarkıları çalınıyordur, renkler ise daha bir solgundur. Hayat aslında öteki taraftaki gibidir, sadece "biraz daha kötü". Tesadüfen eski kız arkadaşının da intihar ettiğini öğrenen Zia, komik bir Rus rock şarkıcısı ve hata sonucu oraya düştüğünü ısrarla savunan bir otostopçuyla (Shannyn Sossamon) birlikte Desiree'yi bulmak için hurda bir arabayla yola koyulur. Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi temelde bu üç karakterin, söz konusu garip dünyada yaptıkları yolculuğun filmi; yolda karşılaştıkları tuhaflıklar arasında Tom Waits tarafından işletilen, mucizelerin sıradan sayıldığı bir komün bile var. Yılın en çok konuşulan ilk filmi, Sundance büyük ödüllü Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi, özlemini çektiğimiz türden gerçek bir "bağımsız" -kara mizah anlayışı, kafası karışık ve derinlikli karakterleri olan, çapı küçük, kalbi büyük bir film; kaçırmayın!


Ödülleri:

2006 Sundance, Jüri Büyük Ödülü
Philadelphia, En İyi İlk Film
Gen Art, En İyi Film
Seattle, En İyi Yönetmen
Edinburgh
Oslo
Stockholm


Yönetmen: Goran Dukic
Ülke: ABD


Tarih: 21.02.2007
Saat: 19:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 1

Tarih: 19.02.2007
Saat: 22:00
Salon: AFM Caddebostan

14 Şubat diye birşey yok...

cidden bakın inanmayın. öyle bir gün yok. yani, var da o duyguyu size vermez inanmayın. sıradan bir çarşamba günü olucak o... göreceksiniz bunu. adı sefgililer günü diye,14 şubat tarihli "çarşamba" isimli günün hiç bir havası olmayacak diğer altı tane gün kardeşi arasında. ya da sefgilisi olmayanlar 13 şubat gecesi yatıp da 15 şubat sabahı uyanmayacaklar. herşey aynı olacak benden söylemesi.

çünkü gerçekten sevgiliyseniz, her gün sizin için özeldir zaten. ya da salı günü var olan şey (aşk gibi) çarşamba günü neden farklı bir şey gibi yaşansın? aşk insanların koyduğu hiçbir kurala ya da özel güne boyun eğmemeli. Aşk, sonsuzdan gelir ve sonsuza gider... bu yüzden başlangıç noktasını bulmak mümkün değildir ki kontrol altına alınabilsin. senede bir gün aşk konuşup, aşk düşünelim istiyorsanız, bu kadar da kararlıysanız şayet; size iyi sevgililer günü diliyorum... "aşk yaşama komedyenle fıttırın, cam kırığı ile alma taharet yırttırın! O kadaaaaar...." (valla bu son cümlenin ne anlama geldiğini sormayın ben de bilmiyorum okuduğum bir yerden bir cem yılmaz yazısından çaldım :) )

yukarıdaki bu iki paragraflık yazının 14 şubat'ta 14 şubat ile ilgili olması dışında ilginç bir özelliği ve anısı var bende. şöyle ki; ben bu yazıyı icq kullandığım dönemlerde 2001 yılının 14 şubat'ında program üzerinden tüm arkadaşlarıma toplu mesaj olarak yazıp göndermişim. hatta yememişim içmemişim, takip eden 1-2 yıl süre zarfında da tekrar kopyalayıp tekrar kullanmışım. ve böylece zaman geldi çattı kusmuk'a da kısmet oldu işte... kısaca şunca yıla rağmen bu konudaki düşünce yapımda hiç bir değişiklik olmamış. umarım yıllar boyunca hatta ölene kadar da değişmez diyelim...

Cumartesi, Şubat 10, 2007

4) Graffiti aşıklarına...




Sonrası: Bir Sokak Sanatı Rehberi / Next: A Primer On Urban Painting*
---------------------------------------------------------------------

"İnsanlar, reklamlar, logolar ve sloganlarla; kapitalizmin diliyle büyüyor... Her gün 500 reklam panosunun bombardımanına uğramak mı zorundayım? Sokaklar kamuya aittir, diyorlar ama sadece (reklamın) parasını ödersen. Parasıyla reklam yapmak iyi hoş, ama bunu sade bir vatandaş istediği zaman, tü kaka."
Pablo Aravena (yönetmen)


Film* hakkında;

Görüntü kirliliği ve vandalizm mi, yoksa büyük şehirlerin arka sokaklarında doğmuş olsa da artık sanat galerilerinin gözdesine dönüşen tartışmalı bir sanat hareketi mi? Montrealli belgeselci Pablo Aravena dünya kazan ben kepçe misali bizi New York, Paris, Londra, Barselona, Berlin, Amsterdam, Montreal, San Paulo ve Tokyo sokaklarında uzun, heyecan verici bir görsel şölene çıkarıyor. Graffiti artık 35 yaşında ve üç farklı kuşak yetiştirdi.
Belgeselde, hareketin öncüleri de dahil olmak üzere graffitinin ağır abi ve ablalarıyla tanışıyor, sadece işin içindekilerin görebildiği bir şeye tanık oluyoruz: Ustaları iş başında izlemek.
70'lerde Brooklyn'deki trenlerin üstünde gözlerini hayata açan graffiti, biraz da ülke ülke gezen graffiti kaplı trenler sayesinde, hızla tüm dünyada duvarlara sirayet eden bir salgına dönüşür. Tüm olumsuz çağrışımlarına rağmen, günümüzde modern graffiti, modadan reklamcılığa, müzikten sinemaya, etkileri birçok alana yayılmış bir küresel kültür biçimi olmuştur.
Aravena'yla çıktığımız 'dünya graffiti turu'nda daha önce görmediğimiz yaratıcı çalışmalara tanık oluyoruz: Berlin ve Amsterdam'dan net, çizgisel, mimarî graffitiler ve geometrik enstalasyonlar, maskeli Japon graffiticilerin kaşla göz arasında büyük hünerle ortaya çıkardığı Kanji stili "tag"ler, çalışmalarını yeraltı mezarlarında gerçekleştiren Parisli sanatçılarla çıkılan gizli bir yolculuk ve üç boyutlu resimler gibi.


Ödülleri:

2005 Montreal
2006 Rotterdam
Melbourne


Yönetmen: Pablo Aravena
Ülke: Kanada - Fransa



Tarih: 23.02.2007
Saat: 15:30
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2


Tarih: 24.02.2007
Saat: 13:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2


Tarih: 18.02.2007
Saat: 15:30
Salon: AFM Caddebostan

Cuma, Şubat 09, 2007

3) Renaissance... kara bir çizgiroman estetiği...




öncelikle 11 mb'lık fragmanını indirip* konuya vakıf hale gelebilirsiniz. görmek lazım yani anlatmakla olmaz bunu...

if'in* bombalarından. sincity* tadında bir animasyon filmi. kara.. siyah-beyaz.. noir etkilerine sahip.. paris'te 2054 yılı... animatrix'in bölümlerinden birisi vardı hatırlarsanız. trinity'nin hikayesini anlatıyordu. işte onun gibi birşey...


Rönesans / Renaissance*
-------------------------------

"1950'lerin film noir'ları, yapıldıkları dönemi yansıtan suç filmleriydi. Bizim filmdeki karakterler o türe ait ana tiplemeler olsa da, kendi dönemlerinin insanları oldukları için güvenlik, terörizm ve küreselleşme gibi konularla kafayı bozmuş durumdalar."
Alexandre de la Patelliere (senaryo yazarı )


Film* hakkında;

2054 yılında Paris insanların her hareketinin izlenip kaydedildiği bir labirent gibidir. Kendini korumak adına dünyadan kopmuş olmasına rağmen, genişlemeye devam etmiştir. 21. yüzyılın gökdelenleri, tarihi yapıların üstünden yükselirken, plazalar yeraltının eski tünelleriyle çarpışmaktadır. Sonsuz gençlik ve güzellik sattığını vaat eden Avalon şirketi ise şehrin her alanında etkisini hissettirir. Avalon'un en başarılı genç araştırmacılarından biri olan Ilona kaçırılınca, şirket onu bulmak için Parisli polis memuru Barthelemy Karas'ı tutar. Ancak Ilona'yı bulmak için Karas'ın, şirket casusluğu, organize suç ve genetik araştırmalar gibi dünyalar arasında mekik dokuması gerekecektir. Bu dünyada gerçek, sadece tutsaklık yaratıyor; mucizeler ise çok yüksek fiyatlarla satın alınabiliyor. Görsel tarz olarak Rönesans'ın eşi benzeri henüz görülmedi. Yakın geleceğin bu karanlık ama cezbedici portresi için live action görüntüler, daha sonra 3D animasyona ve siyah-beyaza dönüştürülerek, çizgi romanların estetiği olduğu gibi hayata geçirilmiş.

Ödülleri;
2006 Annecy, En İyi Film
Toronto
Helsinki
Stockholm


Yönetmen:Christian Volckman
Ülke:Fransa - İngiltere - Lüksemburg


Tarih: 20.02.2007
Saat: 19:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 1


Tarih: 24.02.2007
Saat: 15:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 1

Perşembe, Şubat 08, 2007

2) Bush öldürülmüş...




Bir Başkanın Ölümü / Death of A President*
----------------------------------------------------------

"[Bush] 100 binden fazla insanın ölümünden sorumluydu. Eğer bir savaş suçları mahkemesinin karşısında çıksa ve suçlu bulunsaydı, idam cezasına çarptırılabilirdi."
(filmden)


Film* hakkında;

Yılın en çok konuşulan filmi Bir Başkanın Ölümü, 2008 yılında çekilen ve 19 Ekim 2007 tarihinde öldürülen ABD Başkanı George W. Bush'un suikastını konu alan hayali bir belgesel olarak kurgulanmış. "Belgesel" gerçek arşiv görüntülerini, titizlikle çekilen röportajlarla birleştirerek hikâyesini kuruyor. Film, Chicago'ya gelen Bush'u sokaklarda karşılayan büyük ve öfkeli bir kalabalığın görüntüleriyle açılıyor. Başkan bir otelde vatanseverliği üzerine konuşma yaparken, dışarıdakilerin öfkesi patlama noktasına geliyor. Gerginlik git gide tırmanıyor ve nihayet Bush'un öldürüldüğü sahneyle son buluyor. Suikasttan sonra film FBI'ın tetikçiyi bulma çabasının izini sürüyor. Sonunda Suriyeli bir adam idama mahkum ediliyor. Ancak bu adamın gerçekten suçlu olup olmadığı belli değildir. Asıl rolü acaba Orta Doğulu olduğu için Bush'un ölümünün "bir terör eylemi" kılıfına sokulmasını mı sağlamaktır? Filmin asıl başarısı, gelecek perspektifini kullanarak günümüzün en can alıcı siyasi konularına parmak basması. Yönetmen Range, günümüz Amerika'sında elden giden özgürlükleri ve savaşın faturasını açıkça ve çarpıcı bir biçimde sorgularken, seyirciyi gözlerini açmaya davet ediyor.


Ödülleri;
2006 Toronto, FIPRESCI Ödülü

Yönetmen:Gabriel Range
Ülke:İngiltere


Tarih: 19.02.2007
Saat: 22:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2

Tarih: 23.02.2007
Saat: 22:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2

Tarih: 17.02.2007
Saat: 22:00
Salon: AFM Caddebostan

Salı, Şubat 06, 2007

1) Siktir / Fuck



sonunda geldi çattı, 15-25 şubat arasında gerçekleşecek olan !f istanbul 2007* programı açıklandı.. tüm filmlere ait notlara festivalin kendisini gibi güzel olan sitesinden* istediğiniz gibi ulaşabilirsiniz. ama aşağı yukarı 50 tane kadar film olduğu için bir noktadan sonra yorabiliyor. ben tamamını inceledim. kendi ilgimi çeken filmlerden başlıklar halinde bahsetmeyi uygun gördüm. gerçekten çok ilginç, manyak, farklı, yenilikçi filmler söz konusu... öyle böyle değil..


Siktir / Fuck*
--------------

"'Siktir' diyemeyince, örneğin, 'Hükümet siktirsin' de diyemiyorsunuz."
Lenny Bruce (filmden)


Film* hakkında;

Hayır, seks değil, iktidar hakkında bir film Siktir; dil üzerinden oynanan iktidar oyunlarını konu alıyor. "Adını söyleyemeyen film" olarak lanse edilen film, Hollywood'dan okullara, hatta Senato'ya kadar uzanarak Batı kültürünün her alanına nüfuz eden bu çok kullanımlı küfrün tarihini araştırıyor. Yönetmen Steve Anderson, aykırı gazeteci/yazar Hunter S. Thompson gibi birçok ünlü yazar, komedyen ve porno yıldızının yanı sıra sokaktaki insanlarla yapılan röportajlardan da yola çıkarak 'Siktir' kelimesinin bu denli bölücü bir etki yaratabilmesinin sebeplerini araştırıyor. Dolaysıyla Fuck, aslında sansür ve dil üzerinden yürütülen politik ve ahlâki savaşlara dair bir film. Dil tarihiyle ilgili birçok ufak cevher niteliğinde bilgiler içeren film, aynı zamanda çok da komik. Kült çizer Bill Plympton tarafından film için hazırlanan özel animasyon bölümleri ise işin cabası. Şimdiden kült film haline gelen Fuck'ı kaçırmayın, sadece başlığı nedeniyle de olsa sinema veya televizyonda görmeniz biraz zor. 2006 Philadelphia ödülü var...

Yönetmen:Steve Anderson
Animasyon: Billy Plympton
Ülke:Amerika


Tarih: 19.02.2007
Saat: 13:00
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2

Tarih: 24.02.2007
Saat: 19:30
Salon: AFM Fitaş Beyoğlu 2

24 şubat'ta mutlaka bir şekilde izlemek istediğim bir film oldu bu özellikleriyle "siktir / fuck" benim için...