Çarşamba, Mart 29, 2006

2046

ben wong kar wai ile geçtiğimiz ay tanıştım chungking express ile. ki bunu ne söyledim ne yazdım :) büyüsünün geçmesinden korktum desem yeridir. Yimou Zhang'dan sonra bir başka süper yönetmen ile tanıştığıma çok seviniyorum. sanırım epey alkışcısı olacağım ben wong kar wai'nin. açıkcası 2046'dan önce hiç yoktan bir nebze olsun tarzını tanıyabilmek için çok iyi oldu chungking express filmini izlediğim. bunun hakkında ayrıca konuşacağım ilerleyen günlerde. kesinlikle övülmesi gereken, kitlelere tanıştırılması gereken bir film chungking express...

2046 film değil adeta şiir... yani wong kar wai film yerine çok güzel bir şiir yazmış olsa gerek. anlatılamayacak filmlerden. rüya gibi, düş gibi. sürreal bir anlatım. süper bir tablo... konusuna hiç girmeden sadece şiirsel görüntüleri ve süper muzikleri için bile izlenebilir bu film. oldukça nostaljik, oldukça melankolik ve oldukça büyülü bir film bu 2046. anlatım harika.. kameranın yerleştiği noktalar.. akan kareler muazzam kısaca.

zaten hafif ilgilenenler hemen farkedicektir muhteşem kadrosunu. hero'dan kırık kılıç yani tony leung aslında ne kadar büyük bir ustaymış onu anladım. hero'da da süperdi ama asıl cevherleri için epey bir film izlemek gerekecek galiba. sonra hanımefendi kadrosu zaten dillere destan. en hüzünlü bakabilen çekikgözlü hatunlar geçidi dersem abartmış olmam. yine hero'dan "AY" yani Ziyi Zhang zaten artık kendini yeterince ispatladı ve 2046'daki oyunculuğunun neden bu kadar çok konuşulduğunu merak edip duruyordum ve tatmin oldum. yine hero'dan "uçan kar" yani maggie cheung ve Gong Li için benim konuşmama gerek bile yok onların gerçek hayranları anlatsın ben susuyorum. :) veee uzakdoğudan çok sevdiğim bir ses... çok özel bir şarkıcı faye wong var bu filmde... zaten ses sanatçısı yönü su götürmez bir gerçek
iken "bunu da mı yapacaktın" dedirtiyor..

konu desen, resmen aslında herkesin gitmek istediği 2046 isimli bir yere bir odaya sahip olduğumuzu hissettiren... orada kalıp çıkmak istemeyeceğimizin... tüm anılarımızla orada ne geçmişte kalmakla ne de geleceğe gitmeyi umursamadan... zamansızlık içince sürekli yaşamayı seçeceğimiz altını çiziyor. tabi buna rağmen... bi gün takside kafamızı yaslayacağımız bir omzun olmayacağı olasılığıyla da korkutarak... kısaca "şudur" denilemeyecek bir netliği olmayan bir konusu var ve zaten en güzel yanı da bu.. ne yalan söyliyim bu uzakdoğulular bu aşk-meşk işlerini çok iyi yansıtıyorlar ekrana... ki çok hoşuma giden "aşk bir zamanlama işidir, er ya da geç dogru insanla karşılaşmak meselesi değildir." gibi bir repliğe de imza atıyor. bu nasıl piskopat bir cümledir böyle ya... filmdeki gibi bir tren bulmak lazım. ona atlayıp uzakdoğuya gitmeli ve aşık olup tony leung gibi melankolik bir tavır sergilemeliyiz... hatta trene-binip-uzakdoğuya-gidip-aşık-olma-zirvesi bile düzenleyebiliriz... var mı gelen ? :))) zirvenin slogan resmi de bu olmalı kesinlikle :)

bir kaç link buldum tadından yenmiyor resim olarak:

2046 - Ziyi Zhang
http://blog.felisberto.net/images/2046-004.jpg
http://www.mongrelmedia.com/press/2046/3.jpg
http://www.helloziyi.us/Galleries/2046-005.jpg
http://fraser.typepad.com/a_girl_a_gun/images/2046_xl_01.jpg

2046 - faye
http://www.mongrelmedia.com/press/2046/8.jpg

2046 - tony leung
http://blogs.indiewire.com/eug/archives/images/2046.jpg

2046 - Gong Li
http://us.movies1.yimg.com/movies.yahoo.com/images/hv/photo/movie_pix/sony_pictures_classics/2046/gong_li/2046_1.jpg

Cumartesi, Mart 25, 2006

Ve Lost'u Bitirmek...

DİKKAT..bu yazıyı okumak için dizinin en az ilk 24 bölümünü izlemiş olmak gereklidir... yoksa spoiler kurbanı olabilirsiniz...

son yazımdan (bkz: Lost'a kaptırmak) sonra 10 gün geçti ve şu an dördüncü Lost yazımı okuyorsunuz. ve an itibariyle ilk sezonu bitirmiş bulunmaktayım... itiraf etmek gerekirse Lost dizisinde gözlerimin yaşaracağını düşünmezdim ama (bence) sezonun en duygusal bölümü olan 23. bölümde bunu gerçekleştirdim. pirinçten bıkan çekik gözlülerin bir başka pirinç yemeği ile karşılaştıklarında "yine miii pilaaaav" şeklinde bağırdıkları gibi... "yine mi uzakdoğulu" dediğinizi duysam bile.. söylemeden geçemeyeceğim; 23. bölümde Sun ile Jin'in yaptıkları konuşmada artık "budur ya" diyerekten gözleri yaşarttım.. çünkü ayrılmaları ve Sun'ın uzaktan Jin'i izlediği o masum sahnelerde üzülüyordum ama resmen ters-yüz etti dizi tüm düşünceleri. meğerse Jin neler düşünüyormuş öyle ve aslında Sun'dan hiç tiksinmemiş. zaten o mistik ve dingin ilişki o kadar kolay bozulamazdı. değerliydi ve narin idi. havaalanındaki amerikan aile "geyşa" esprisi yaparak sözde onlarla dalga geçip alay ediyor ama aslında bilmiyor ki hiç bir zaman o ilişkinin derecesine hiç bir zaman ulaşamayacak ve onun tadını alamayacak. alay ettiğiyle kalacak ve gördüğünü yorumlamasıyla... böylece bir kez daha
"görünene aldanmanın" yanlış bir şey olduğunu anladık... zaten bunu matrix reloaded içinde sevgili dostumuz ajan smith "Ancak senin de bildiğin gibi görünüş aldatıcı olabilir." diyerek bize göz kırpmıştı...

Sun ve Jin'i bir kenara bırakırsak... 23. bölüm her anlamda dolu dolu ve çok hüzünlü bir bölüm idi. saymakla bitmez...

son bölüm ise... aslında dizinin ne kadar "yere bakan yürek yakan" bir dizi olduğunu gösterdi. şöyle ki; dizi sezonu bitirdiği halde en basit haliyle Lostzilla'yı bile göstermedi. böyle ağırdan alan bir yapı da olması eğer toparlanma ve final anlamında da bu ağırlığın getirdiği kalitede sürerse (ne ala) çok iyi bir avantaj... ama bu kadar çok ayrıntı vererek kafaları allak bullak etmesi.. sona doğru çok büyük bir dez-avantaj olabilir ve dizinin ayaklarına dolanabilir. öyle bir yerden sonra artık o kadar çok bilinmez ayrıntıyı görüp.. düşünmek ve tahmin etmek istemiyor ve kendinizi diziye teslim edip onun sizi yönlendirmesine izin veriyorsunuz. bu da sezon 2, sezon 3, sezon 4, sezon n+1 olarak önünüzde akmasına ve sizin de buna ses çıkarmamanıza neden olabilir...

sonuna gelirsek... o kapağın altında derinlere inen bir merdiven... ama bir noktadan sonra kopmuş (ya da çürümüş) bir merdiven gördüm değil mi? yanlış görmedim inşallah ama patlamanın etkisiyle kopmuştur şeklinde bir kara mizah düşledim orada... denizde kalanlar adına da umarım yüzerek ve ölmeyerek sahile geri ulaşmayı başarırlar diye dua ediyorum.
neyse cevap istemiyorum sizlerden zaten.. ben 2. sezona hemen başlamayacağım. bir ihtimal kuzenlere izletme bahanesi ile sezon 1'i bir kez daha izleyeceğim (böylece ben fellik fellik ayrıntı arayacağım her karede...) ve sonra devam edeceğim. o zaman göreceğiz ne olmuş ne olmamış...

söylemeden geçemeyeceğim... lise öğretmeninin elinde patlayan dinamit eminim benim gibi bir çoğunuzu sıçratmıştır.. :) çok başarılı bir sahneydi... epeydir bu kadar sıçramamıştım helal olsun :)

Çarşamba, Mart 15, 2006

Lost'a kaptırmak...

DİKKAT..bu yazıyı okumak için dizinin en az ilk 17 bölümünü izlemiş olmak gereklidir... yoksa spoiler kurbanı olabilirsiniz...
diziye başladığım zaman (03,02,2006) yazdığım ilk mesajda (bkz: lost'a başlamak) ilk 4 bölümü izlediğimi yazmıştım ve ortalama 1 ay sonra (02,03,2006) yazdığım ikinci mesajda ( bkz: lost'a devam etmek) ise bu süre boyunca iki bölüm daha izlediğimi yani 6. bölümü bitirdiğimi söylemiştim :) hatta hafif dalga geçerek... "bu diziyi izle yamulacaksın ve sabredemeyeceksin" diyenlere latife etmek adına "amma da sabırlıyım di mi ama" falan demiştim :)
şu an üçüncü mesajımı okuyorsunuz ve tarih 15,03,2006... ve ben az önce 17. bölümü bitirdim... kendi hızımı kaça katlayarak gittiğimi bilmiyorum ama... dizinin bölümlerinin elimde olmasının kolaylığına kaçtığımı itiraf edeyim :))

"peki neden 17. bölümde konuşmaya başladın" derseniz de şöyle derim...

bu bölümü çok sevdim ben...

adanın gizemi üzerine hiç bir bilgi içermeyen... tamamen ilişkiler üzerine bir bölüm olmasına rağmen çok hoşuma gitti.

bir kere dizinin bu bölümünün adı bomba.. "Lost...In Translation" süper olmuş.. bilenler bilir, bilmeyenlere tavsiye etmek istediğim ve benim de yeni izlediğim "Lost in Translation" diye bir film var. (üzerinde çalışıyorum :) ) 2003 yapımı ve Bill Murray ile Scarlett Johannson'ın başrollerinde oldukları farklı bir film. gerçi her ne kadar filmin bizdeki ismi "bir konuşabilse" olmuş olsa bile genel anlamda "çeviri esnasında kaybolan" tarzı bir anlamı olması lazım. filme çok güzel uyan bir isim idi. aynen Lost dizisinin içeriği bakımından bu bölümüne de çok güzel uyan bir isim olmuş. akıl eden zekaları takdir etmek lazım :))

ayrıca... tabiki... korelilerin ağırlıkta olduğu bir bölüm olduğu için sevmemek elde değil. "Sun" karakterini daha da sevmeye başladım ki bu bölümdeki denize giriş anı çok hoştu... nasıl bir sevimlilik ve cazibe karışımıdır ki görüldüğü her kare çok güzel bir hale bürünüyor "sun" sayesinde :) işte uzakdoğu farkımı desek ne desek bilmiyorum ama topluluk önünde sahilde "ingilizce bilme bilgisi" yüzünden ifşa olduktan sonra... o topluluk dağıldığında bile uzakdoğunun getirisi olarak.. karı-kocanın farkı kendini belli ediyordu.. ekrandan taşıyordu... mistik bir hava olarak :) finalde doğru "jin"in babasıyla yaptığı konuşma adına "bunlar sarılırlar ve yeniden başlarlar" diyordum ama tutturamadım... böylesi daha iyi mi oldu bilemiyorum ama göreceğiz...

tutturduğum şeylere gelirsek.. bir tanesi sal'ı ufak veledin yaktığı yönündeydi.. ben onu tahmin ettim ve tuttu :) hatta ya çocuk ya da Locke diyordum ama... Locke finale doğru "aramızdan kim neden istesin ki buradan ayrılmamızı" diyerek beynime beynime tokat attı :)))) ki sonrasında hedefimi zenci çocuktan yana çeviriverdim zaten :)

diğeri ise... Hurley finalde sidiçalar'ı ile güzel bir parça dinlemeye başladığında "yahu amma dayanıklı pilmiş be, hiç mi bitmez" diyordum ve sonrası malum :))) hatta ben önceleri tahmimin tuttuğunu düşünmemiştim bile ve "yahu en güzel yerinde divx takıldı ya da bozukmuş" demiştim ama sonrasında gördük olayın aslını "Son of a bitch" sözleriyle şişman kardeşin :)))

sawyer'ın Jin'e tekme atarken "bruce" diyerek.. söz de Bruce Lee'ye gönderme yapmasına azcık kıl kaptım... amerikalılar bunu hep yapar ve uzakdoğulular da buna hep kıl kapar. hatta şu aralar vizyonda olan "bir geyşa'nın anıları" filminin... uyarlandığı kitabın içeriği açısından "japon" hikayesini anlatmasına rağmen... 1-2 japon dışında geri kalan tüm karakterleri çinli oyunculara vermeleri sorasında uzakdoğuda epey bir tartışma çıkmış, tepkiler almışlardı.. onlar sevmezler (ki haklı olarak) böyle "çekik gözlü hepsi" tarzındaki bakış açısını... genelleme anlayışını... tek kefeye konulmalarını... işte burada da Bruce Lee'nin çinli olduğunu bile bile bir koreliye Bruce diyerek espri yapmaya kalkmak bir o kadar acemice ve bir o kadar iticidir... bunu da belirtmeden geçemedim :))

yazı uzun oldu... dizinin genel gidişatından da bahsedecektim ama onu bir iki bölüm daha izledikten sonra yapayim en güzeli...

Cuma, Mart 10, 2006

Reality Bites

reality bites

Rastgele denk geldim filme başlarken. Vakit öldürmek için izlemek istedim ama şansıma güzel bir müzik şöleni çıktı.

Yine insansı duyguları işleyen ve bu yüzden aslında konusu çok doğal, sıradan, basit yani bir hayat kesiti olsa bile insanı etkiler mi etkilemez mi onu bilmem ama sadece müzikleri adına bile izlenecek bir film. Eee tabi biraz da Winona Ryder için :)

Sonradan öğrendiğim kadarıyla filmde orta halli bir rolü (asla başrol değil) de olan Ben Stiller yönetmiş bu filmi. İlk yönetmenlik denemesiymiş.

Dediğim gibi soundtrack albümü 10 numara. dawson's creek ya da O.C. tarzı müzikler işte. Filmi izlemeseniz bile albümü edinmenizi öneririm.

Perşembe, Mart 02, 2006

Lost'a devam etmek...


DİKKAT..
bu yazıyı okumak için dizinin en az ilk 6 bölümünü izlemiş olmak gereklidir... yoksa spoiler kurbanı olabilirsiniz...



03.02.2006 tarihinde yazdığım bu mesajımdan sonra şu anki durumda az önce 6. bölümü bitirmiş oldum. bu durumda ne kadar sabırlı birisi olduğum anlaşılmış oluyor değil mi ama ? :) tüm çevremin "sen bi lost'a başla... sonra duramayacaksın zaten..." sözlerine rağmen takdir ettim kendimi... epey ağırdan gidebiliyormuşum yav :)

her bölümden bahsetmeye zaman yok arada sırada yazıcam diye karar almıştım ve 6. bölümden sonra yazmak lazım dedim :) çünkü sevdiğim öğelerle doluydu bu bölüm. koreliler yani :) hatta uzakdoğu ezgileri bile duydum arada sırada sevindirik oldum...

"neredeler" sorunsalından sonra diğer merak ettiğim şeylerin başında... fransız piliçin radyo frekansındaki sözleri ile... avcı amcanın bir "şeyi" avladığı esnada nerdeyse bir ağaç boyu yukarıya baktığı şeyin ne olduğu... geliyor. hatta o amcanın bu günkü sözlerinden sonra nerdeyse tüm bu kazanın onun planı olduğunu bile düşünecektim :) adam "adadan bişey istiyorsan birşey vereceksin" diyince.. "yahu bu adam sağlık uğruna adaya bir uçak dolusu yolcu mu verdi yani" diye düşünmedim değil... :)

onun dışında karakterlerin mazilerini göstermesinin 2 nedeni olduğunu düşünüyorum ama inşallah başka nedenleri de vardır ki o zaman daha lezzetli olur..

birincisi... az sonra göreceğimiz ya da az önce gördüğümüz olayların nedenlerini netleştirmek adına... yani zencinin saati koluna takması ve korelinin buna kızmasını... onların geçmişlerini görüp daha iyi anlayalım diye...

ikincisi... bakın böyle böyle geçmişlere sahip insanlar işte hepsi... yani bu kadar insanın orada bir arada olmasının nedeni şunlar bunlar... diye. ama bu çok zorlama olur öyleyse.. çünkü o kadar "ilginç" geçmişe sahip insanların aynı uçağa düşmeleri falan çok zor bir rastlantı olacaktır ki o zaman nerdeyse tüm bu olayın "cube" benzeri bir komplo olduğunu düşüneceğim :))

tahminlerimden bir diğeri de zamanda atlama yapmış olabilecekleri ve orasının bermuda şeytan üçgeni tarzı biryer olup her türlü olasılığı barındırması... yani tüm zamanların kesişmesi gibi bir mekan... dinazorlardan... kutup ayılarına.. eski insanlardan... mitolojik öğelere kadar...

lütfen bana şu tahminin doğru ama şurası değil gibi bişeyler demeyin ki üç-kuruşluk zevkimiz daha da değer kaybetmesin :) ben sadece paylaşmak istedim o kadar :)

son olarak bazılarınız kate için.. bazılarınız tikky kız shannon için.. bazılarınız da hamile kız claire için.. sempatik duygular besleyip dizi-kızı formatında yaklaşıp taraf tutuyor olabilirsiniz ama ben koreli abladan yanayım :) ki gençliğinde epey bir güzelmiş ayrıca :))