Evet.. sinema'da erimek.. koltuğa yapışmak.. çivilenmek...
bazı filmler vardır böyle. onlara film demek hafif kalır. beyaz perdede birşeyler gelip geçer. bir ışık kaynağı çarpar gözünüze. aslında o bir ateştir. perde ötesinde tüm haşmetiyle yanan bir ateş.. kavurucu bir alev. perdenin ötesinde muazzam bir ateş ve perdenin bu tarafında ise yanmak ve erimek eylemini gerçekleştirmekle mükellef izleyici. ve film boyunca o ateşi tamamen içine çeken ve o sıcaklıkla filmin jeneriğinde deli gibi alkış tutan iki izleyici.. gogobaba ve neo..
evet sevgili gogobaba herşeye rağmen beni kırmadı ve bu filmi izleme deneyimini benimle paylaştı. ve toplamda bakınca aslında ne kadar şanslı olduğumuzu anladı.. yağmur, çamur, akşam, gece demeden gittik.. sinema sıcak, yerimiz kötü, önümüzde kafa, koltuk rahatsız edici falan demeden, aldırmadan filmin içine girdik ve halen oralarda biryerde olduğumuzu düşünüyorum. film çok muhteşem.. aynen bu duyguları hissettirdi ve verisel anlamda bize "artı" değer olarak ağırlık kattı. yani bu filmin kazanımı ile varız şu an. filmden öncesi ve filmden sonrası çok farklı.
filmin adı ŞÖLEN... orjinali YE YAN.. hadi ingilizcesini de söyliyim THE BANQUET. 2006 yapımı Çin filmi.
filmin adı şölen... film zaten toplamda görsel, işitsel, hissel bir şölen. ayrıca bölümleri olarak "şölen içinde şölen" olarak alt kademelere sahip bir şölen..yönetmeni çok ünlü değil. hatta yönetmenimiz; yememiş içmemiş Kungfu Hustle (Gong fu) filminde Crocodile Gang Boss rolünde oynamış bir amca..
filmin adı şölen... orda burda söylemekten dilimde tüy bitti.. filmin kareografı Woo-ping Yuen.. yani "Fearless", "Danny the Dog", "Kung Fu Hustle", "Kill Bill", "Matrix" üçlemesi ve "Kaplan ve Ejderha" gibi filmlerin de koreografisini üstlenen Woo-ping Yuen". bunu öğrendiğimde... türünün "dram" olduğunu okuduğum "şölen" filminde.. olsa olsa dans tarzı sahnelerde etkisini göstermiştir diye düşünmüştüm ama filme girince ağzımın payını aldım. filmin aksiyon yönü de varmış ve oldukça etkileyici, dolu dolu.. ve bu amca etkilerini öyle güzel sergilemiş ki hayranlıkla izledik. bu adam resmen imza atıyor kendi yönünü hissettirdiği sahnelere. aynı anda bir çok film aklınızdan gelip geçiyor sahneler aktıkça. mesela bir kaç yerde kaplan ve ejderha, bir kaç yerde matrix'den kareografiler gördüm, keyiflendim, yerimde duramadım..
filmin adı şölen... bu film benim gözümde 2. bir hero* vakasıdır bundan böyle. kıyaslamayı sevmem normalde.. ki filmlerin hero'yu geçmek gibi bir kaygıları olması gerekmez ben sadece örnekleme adına söylemek istedim. hero klasında bir film. onun tadında. zaten müzikleri bile hero tarzındaydı. tahmin etmiştim ve tahminim doğru çıktı. filmin müziklerini zaten hero'nun, kaplan ve ejderha'nın müziklerini de yapan "Tan Dun" bestelemiş. hemen kulağıma tanıdık gelmişti..
filmin adı "şölen".. kendisi gibi... çok şiirsel mükemmel bir eser. sahneler, mısra mısra akıp geçiyor ekrandan. dramatikliği çok iyiydi. filme hamlet'e uzakdoğu bakışı diyebiliriz rahatça. kostümler, çevre görüntüleri, tasarımlar, silahlar, evler, binalar, saray falan muhteşemdi. bir filmde kusurlu bir taraf olmaz mı yahu. herşey bu kadar mı dört dörtlük olur. çok özenmişler.. tüm sinema soluksuz ve kıpırdamadan izledi filmi. zaten sinemada böyle bir filmi izlemek çok nadir kısmet olur. zor yani çok zor.. o kadar sık film izlerim, o kadar çok farklı türe ait film izlerim ama ne olursa olsun uzakdoğu filmleri kadar içime işleyen, beni etkileyen filmler görmedim. aksiyonu çok yerinde idi. zaten aslında dram ama, konu gereği giren aksiyonlar hiç sırıtmıyor, hero gibi muhteşem bir etki bırakıyordu. ki dövüşçülerin kostümleri falan aşmıştı zaten. bence bu yerinde olmuş. çünkü hamlet-vari bir konuya göre su gibi akan diyalogsal yapısına uygun kostümler gerekirdi. daha aşağısı kurtarmazdı. kraliçesinden, ninja-vari dövüşçülerine, askerlerinden saray içi hizmetkarlarına kadar herşey kusursuzdu, baş döndürücü idi.
filmin adı şölen... oyunculuklar çok yerindeydi. ziyi zhang*** zaten artık büyük adımlarını atmaya başladı. her halinden belli.. hatta o kadar güzel bir rol çıkartığını gördük ki artık karakterinden gereği öyle anlar geldi ve kendisine nefretlerimizi ilettik. tabi bu iyi oyunculuğundan kaynaklanan bir durum. sonuçta o halen en büyük gözdemiz :) filmdeki aşk da çok iyiydi. ağlatan cinsten...
(keşke) vizyona girse (gerçi vizyona bunu da fransızca dublajla falan sokarlar utanmadan...) hemen bir daha gidilesi, dvd'si çıksa hemen alınası, müzik albümü için Tan Dun'un peşine düşüp eli öpülesi, elde edip çevirip çevirip dinlenesi bir film "şölen"... sinemada şiir nasıl olur, yoğun edebiyat nasıl işlenir sorusuna verilecek doğru cevabın şıkkıdır "şölen"...
"karanlığı taramak" diyordum bunu izleyene kadar ama filmekimi'nin incisi "şölen"dir. sonraki şanslı ise "karanlığı taramak"... ikisi bu yıl izlediğim en etkileyici filmlerdendir. tıpkı "vendetta" gibi..
Çarşamba, Ekim 18, 2006
[filmekimi'nin BOMBASI] Ye Yan / Şölen.. "sinema'da erimek.."
Salı, Ekim 17, 2006
[filmekimi'nden] Özgürlük Rüzgârı / The Wind that Shakes the Barley
biraz oldu-bitti havası hissetsem de yönetmenin sadelik anlayışını sevdim. insanları ağlatmaktan kaçınıp daha çok olayları düşünmelerine yönelik davranmış. insanların hikayeleri gelip geçiyor... izliyorsunuz... taşıdığınız kalbin, beyniniz ile olan arkadaşlığına göre etkileniyorsunuz. normalde bu tarz filmlerde "tamam iyi güzel anlatıyorlar" diye düşünüp, bunun ne kadar gerçekleri yansıttığını merak edip, tarihsel bilgiden biraz yoksun olduğumdan dolayı gerçekliğinden tam emin olamıyorum. her zaman bu tarz filmlerde tek garispediğim nokta bu olmuştur bende. ama tüm yaşananları gerçek kabul edersek.. yönetmen gerçekten kasmadan, zorlamadan, sıkıştırmadan... dünya budur, insanlar budur, böyle olmuştur ve hatta böyle olmaya devam etmektedir !! mesajını da veriyor bence.. gerçi ken loach'ı şimdi tek film ile anlamak ne haddime ama yine de izledim ve her normal insan gibi düşünceleri paylaşma gereksinimi duydum :)
kısaca; Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’nin ve Kuzey İrlanda’nın ortaya çıkışıyla sonuçlanan olayları anlatan film, adanın henüz bir İngiliz kolonisi olduğu 1920’li yıllarda geçiyor.
kısaca; Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’nin ve Kuzey İrlanda’nın ortaya çıkışıyla sonuçlanan olayları anlatan film, adanın henüz bir İngiliz kolonisi olduğu 1920’li yıllarda geçiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)