Pazartesi, Mart 26, 2007

365. Gün...


öğrendiğimde* ve kırkında* bahsettiğim arkadaşımız Tuğhan'ın (MOUSE*) sessizliğinin üzerinden tam üç-yüz-altmış-beş gün geçmiş. halen bu ayrılığı sonlandırmamakta... oradan dönmemekte kararlı görünüyor...

burada daha önce de yazdığım... zaten hep sevdiğim okan bayulgen'in soner arıca şarkısı içinde okuduğu ve ağzına çok yakışan şiirinin;

durucam burada
gidişini seyredicem
kıpırtısız... sakin gibi görünücem...
kavgasız olucak... fırtınasız olucak...
saçma-sapan olucak...
organlarım birbirine vurucak
arkandan sessiz bakacam
ben yine SALAĞI oynıyacam...

kısmındaki gibi salağı oynamaya devam ediyorum... bir arkadaşın ölümü değil bunları yazdıran.. "ölüm" olgusu değil. öyle olsaydı her ölene ağlardık, her ölene üzülürdük, her ölene saygı duyardık. ama öyle değil.. canlı haline bile katlanamadığımız, artık saygı duymadığımız nice kişilerin gelip geçtiği şu hayatta evet işte bu yüzden "ölüm" değil bunları yazdıran.. bizzat "ölümü" yakıştıramadığınız arkadaşınız, onun tamamı, onun varlığı, onun izi bize bunları söyleten... yani ölüm sana aslında güle güle.. senin arkadaşımızın isminin önünde bile yerin yok. sen git, seni yaratanın yanına..

yine çok sevdiğim okan bayulgen'in, yine çok sevdiğim yedi karanfil'in bir albümündeki, rastlantı bu ya onun çok sevdiği bir arkadaşına yani boran kaya'ya, geçirdiği trafik kazası sonrası ardından yazdığı mektubunu dinlerim uzun yıllardır. nedensizce sevdiğim, dinlemeye bıkmadığım bu ağıt'ın bir gün gelip de olay örgüsü bünyesine kendine bu kadar uygun yer edineceğini tahmin edemezdim. sanki bir puzzle'ın eksik parçası gibi.. ama bu sefer herşey tersten.. yani önce bu puzzle parçası vardı ve her zaman kendine uygun, onu tamamlayıp oluşturacağı, içine uyacağı bir şekil aramıştı. hadi gelin biz bu şekle "hayat" diyelim ve mektubu okuyalım.. kızarttığım yerler benim ben'im diye düşündüğüm yerlerdir. tabi her ne kadar bencil olmayı sevsem de aynı zamanda senin sen'in de olabilir, orasına ben karışamam...


oğlum sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum. bir yaşıma daha gireceğim neredeyse. tabi bundan haberin yok senin. kronometreye erken bastığın için, beni hep yakışıklı hatırlayacaksın. bizi bırakıp gittiğin yerde, eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın...

ama dur!

sen hatırlıyor musun beni?
peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
ben yirmiydim tanıştığımızda, sen beni en son otuzbeşimde gördün İstanbul'da. sonra sen kaş'ta öldün. o akşam aynı anda geldik antalya'ya. sen beni görmedin, ben sana bakıyorken...
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken, sen iyi ki görmedin beni. yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi. olmadık bir yerde gülerdik ya hani? öyle olurdu yine. gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için. hani sahnede olduğu gibi. sen ağlarken bakamazdım ya sana. sinirimi bozardın, gülerdim. çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum.. öyle çok şikayet ederdin ki, sonunda sıkılır gülerdim. sonra sen de sıkılırdın kendinden. başkası gibi olmak isterdin. mutlu olan bir başkası gibi. dert etmeyen biri...
hani, benim gibi biri...

birşey diyeyim mi sana oğlum? şimdi dönsen buralara... ne gidilecek bir yol, ne uğruna ölünecek bir kadın....
herneyse...
ama kadınları çok dert ederdin sen. ama onlar seni severdi oğlum. ama sen çok ağlardın onlar için. sevemezdin kendini bir türlü. onlar seni çok sevse de, senin gibi olmak istemezdim o zaman...

daha çok sevin beni!
daha çok gülün bana!
beni daha çok isteyin!
daha çok!
ama seni en çok ben...

birşey diyeyim mi sana oğlum? şimdi dönsen buralara... ne gidilecek bir yol, ne uğruna ölünecek bir kadın, ne de sabahlara kadar konuşarak sana vaadettiklerim...
kandırdım seni oğlum,
parayı dert etme diye. yok öyle birşey, başarısızlık diye.
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi, bir kadın için ölme diye, kandırdım...

artık umrunda değil mi bunlar? artık bozulmuyor musun bu işlere? aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa? o kadın için ölmez misin bir daha? ne var, bir kere daha ölsen?
değmez mi o kadın buna?
Hani, hani değerdi? çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde. keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında? öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi. çıplak ayaklı kıza...

bıraktın değil mi oğlum?
bıraktın, gittin...
Peki!

ama ben buradayım hala. ben devam ediyorum. peki sen bakıyor musun bana oradan?!
gülüyor musun bana?! sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?!


beni daha çok sevin!
bana daha çok gülün!
daha da çok isteyin beni!
beni daha çok özleyin!

ama seni...
seni en çok ben, ben! hayır, ben çok değiştim oğlum. bir başkası değilim artık...
vazgeçtim maymunların dünyasından... bıraktım alkışları... istemiyorum kahkahaları...
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak...

işte belki de bu yüzden,
seni en çok ben...
en çok ben özlüyorum!

BENİM...

ÖLÜ...

ARKADAŞIM!...

Hiç yorum yok: