Cuma, Mayıs 04, 2007

UMUT

Bir zamanlar saftı. Herkesi olduğu gibi kabul eder, kısa zamanda sever ve gönülden inanırdı. Bencillik, çıkarcılık, kötülük yokmuş gibi gelirdi ona, sanki hepsi büyüklerin kuruntularıydı. Bizzat yaşasa da inanmaz, hemen affeder, yeniden güvenirdi insanlara. Kin tutmaz, anlık yaşardı. Herkesi de öyle yapar sanırdı.

Zamanın insanlarla paylaşmak için olduğunu düşünür, kendine pek ayırmazdı. Dostlarının gözlerine bakar ve ne hissettiklerini anlardı. Belki bu yüzden hep ona anlatırlardı dertlerini. En öfkeliyi bile kahkahalarla güldürürdü sonunda... Bir tek büyükleri anlayamazdı, onların gözlerinde öfke görünce suçu hep kendinde arardı. Bilmezdi ki onlar bir şeye sinirlendiklerinde her şeye ateş püskürürler. Kendilerini unutup suçlayacak bir başkasını ararlar durmadan…

Hep heyecanlı ve neşeliydi. Yerinde duramazdı. Dersi dinlerken neden sürekli öğretmenin gözlerinin içine bakması gerektiğini, neden resim yapamayacağını, neden sınavları kolayca geçebilecekken daha yüksek not alması gerektiğini, kopya vermenin, kalemlerini silgilerini hediye etmenin, kurallara uymadıklarında arkadaşlarına arka çıkmanın neden yanlış olduğunu anlayamazdı bir türlü. Neden diye sorardı durmadan.
Saftı çünkü… Olduğu gibi yaşar, herkesi de öyle yapar sanırdı. Bilmezdi ki büyüyünce kabul edilmek için kendi olmasının yetmeyeceğini… Ne istediğini, hayatının amacını hiç bilmese de kendinden bekleneni yaptı, vardı elbet büyüklerin bir bildiği. Bir iki iyi okul kazandı, okudu, bitirdi, büyüdü, büyüdü. Hiç aklına gelmedi insanların kalbindeki öfkenin bir gün onu da yoracağı.
Sonunda herkesin başarısına imreneceği bir yere gelmişti. Şimdi çabalarının meyvelerini toplama zamanıydı. Artık kendisiyle baş başaydı. Bir an durdu ve geriye baktı. Şimdiye kadar fırsat bulamamıştı buna. İşte o an en korkunç şey geldi başına. Gördüklerine önce inanamadı. İnkâr etmeyi denedi, olmadı. Aynayı aldı, yüzüne baktı. Çok şaşırdı, öfkelendi, bağırdı çağırdı. Ama sonunda pes etti ve kabullendi gerçeği.
Gördüğü kişi o değildi. Gözlerindeki bakış değişmiş, ışığını yitirmişti. “Alın işte” diyordu yüzündeki çizgiler. İstediğiniz gibi oldum. Her dediğinizi yaptım. Yapabileceğimi kanıtladım. Peki ya şimdi? Şimdi ne??? Ağlamaya başladı. Yıllardır gizli tuttuğu hüzün boşalıyordu yüreğinden. Nasıl da değişmişti. İnanmadığı şeylere nasıl evet demiş, nelerin kölesi olmuştu. Nasıl derinleşmişti tanımadığı bu korku, nasıl da insanları yargılar olmuştu. Bunca zaman şansının yaver gitmesine bile öfkeleniyordu şimdi. “Ben neredeyim, kimim ben!”
Dönüm noktasındaydı artık. Ya herkes gibi kendine sunulan gerçekliği kabul edecek, ya da yüreğinin sesini dinleyecekti. Korkuyordu çünkü hiçbir şey kolay olmamıştı ve bundan sonra daha da zorlaşacaktı. Tanıdığı herkes “ne oldu buna, neden bunca şeyi elde etmişken kenara itiyor?” diye soracaktı. Anlayamayanlar küçümseyip gidecek, sadece gerçek dostları kalacaktı. Her şeye rağmen dönüm noktasıydı. Bekledi… Şüpheci vızıltılar, meraklı sorular başladı hemen, hiç şaşmadı.
Düşünmeyi boş verdi, sadece durdu. İçinden ne geliyorsa yapmaya karar verdi. Sonra bir gün etrafta tuhaf bir şeyler olmaya başladığını fark etti. Önce anlamadı. Bir kez daha olmasını bekledi. İki, üç, beş, yok artık uyduruyor olamazdı. Her şey birbirini izliyor, kilit sihir gibi en doğru zamanda en doğru noktada açılıyor, gerçekleşmesi olasılıkça çok düşük şeyler gerçek oluyordu. Bu kadarı tesadüf olamazdı, hatta şanstan da öte bir şeydi.
Bazen o kadar büyüktü ki olsa olsa mucize denilebilirdi. Çok şaşkındı ama kalbinin derinliklerindeki gizli bir yer olan biteni hiç de yadırgamıyordu sanki. Aksine “Ben hep buradaydım yahu, ne bakıp duruyorsun öyle?” diye kıkırdıyordu neşeyle. Sonra, aslında bunu bir yerlerden hatırladığını fark etti. Epey önceleri, küçükken, benzer şeylerin olduğunu ama üzerinde durmadığını anımsadı.
Nasıl olabilirdi? Bu olsa olsa tek bir şekilde açıklanabilirdi. Bu, birlikti, arzuydu, umuttu. Bu evrenin mutlak dengesiydi. Söylemeye cüret edemiyordu ama doğru olduğunu biliyordu. Bu, bu, Tanrı’ydı. Aman Tanrım! İdrak ettiği o an, tarifi olanaksız bir şey oldu. Yüreğini kaplayan heyecan ve mutluluğu anlatmaya çalışsa kelimeler yetmezdi. İçindeki sevgi gözlerinden taşmış, ağlamak istiyordu… Hiç bir şeyi bu kadar sevemezdi. Nedenini bilmiyordu ama eve dönmüş gibi hissediyordu.
Yüreğinde bir şeyler yeniden alevlenmişti. Bu hissi tekrar, sürekli yaşamak istiyor ama onu kovaladıkça uzaklaşıyordu. Bulmaya çalışmak, kaybettiğine inanmaktı çünkü. Uzaklaştıkça ümidini yitiriyordu. Aklı şimdi eskisinden de fazla çelişki üretiyor, dizginlenemiyordu. Bir cevap bulmak için her yolu deniyor, her bilgiyi almaya çalışıyor, bilgilendikçe bilmediklerinin ne kadar fazla olduğunu görüp daha da çaresiz hissediyordu kendini.
Üstelik derdini anlatabileceği kimse de yoktu. Eskiden konuşabildiği herkesin tek derdi para olmuştu. Sürekli aynı şeyleri söylüyorlardı sözleşmiş gibi. Ne hissettiğini bile anlatamaz olmuştu kimseye. Samimiyet, sanki sadece dedikodu yapabileceğin birileriyle takılmaktı artık. Yüreğindeki yalnızlığı kimsenin anlayamayacağını düşünüyor, içine kapanıyordu gitgide.
Çocukluğunu özlüyor, keşke her şey eskisi gibi olsa diyordu. Var olmak için samimiyetsiz olmak şart mıydı? Depresyon muydu bu, yoksa kendini kaybetmek mi? Kendini kaybetmekten korkmalı mıydı peki? İnsanlarla olamamak, olmamak mıydı? Hiç kimseyle konuşmasa bir süre, bir hiç mi olurdu? Hiçbir şey düşünmese… Neden varken yok olmak isterdi ki insan? Çözüm neydi? Ölüm mü?
Neyse ki hep güzel rüyalar görüyordu. Konuşmayan insanlarla tanışıp, hiç gitmediği kentlerin boş sokaklarında, kumsallar, vadiler üzerinde uçuyordu. Hep hayalini kurduğu kimsenin kimseden korkmadığı o dünyaya geri dönmek için artık o kadar çok uyuyordu ki... Keşke gerçek de öyle olsa, herkes birbirini affetse diyordu ama kendi bile affedemiyordu artık kimseyi.
Peki, kısa süre önce içine doğan o umut ışığına, o ilahi güce ne olmuştu. Neredeydi şimdi? Her şeyin düzeleceğine dair inancı da mı bir hataydı? Ona o kadar güvenmese şimdi böyle mutsuz olmazdı. Özgürlük bu muydu? Ne kadar da aptaldı. Herkes gibi bir şeylere tutunup yaşasa ne olurdu? Farklı olması şart mıydı sanki!
Her şeyi boş vermeye karar verdiği bir gün, bir şey fak etti. Aslında her şey bitmemişti. Eskiden saftı ama şimdi birçok şey biliyor, insanları daha iyi tanıyordu. Bazı şeylerin sebebini, hayatındaki büyük planı görebiliyordu. Her şey olması gerektiği gibiydi. Değişim şarttı ve bu onun hayatındaki en büyük değişimdi. Şimdi yeniden inanıyordu kendine. Arada bir şüphe duysa da bir şeyler ona doğru yolda olduğunu göstermeye çalışıyordu. Tek sorun fazla acele etmesiydi. Bütün inançlarını geride bırakmak elbette kolay olmayacaktı.
En yakın dostuna anlattı derdini o gün. Onay beklemiyordu. Sadece içini dökmek istemişti. Bir de baktı ki aynı şeyleri o da düşünüyor. Bunca zaman o da dile getirememiş hissettiklerini. O an sanki bir kapı açıldı aralarında. O kapıdan ışık sızıyordu. Bu ışık karanlığın içinde küçük bir aydınlık yarattı. Belki dedi, belki herkes böyledir. Herkes sevgiyi arıyordur. Ama hep korktuklarından gösteremiyorlardır içlerindeki o yalnız çocuğu.
Ağlamak, zayıf görünmek, kalplerini açmak zor geliyordur belki. Çünkü her şey ayıptır, yasaktır küçükken. Büyüdükçe büyükler gibi oluyorlardır ister istemez. Kalplerinin en gizli köşesinde saklıyorlardır belki o küçük sevgiyi tamamen yitip gitmesin diye. Oysa bilseler serbest kaldığında neler yapabileceğini. Hayatlarının ne kadar değişeceğini… Yalnız kalmamak için herkes gibi olmak zorunda olmadıklarını, yalnızlıktan korkmanın, yalnızlığa çare olmadığını bir bilseler…
Şimdi daha iyi anlıyordu. Sanki sinsice oluşan o maske düşüvermişti. Biliyordu ki her şey değişiyordu ve belki bir gün gerçekten kavuşacaktı hayalindeki o dünyaya. Kavuşamasa bile daha mutluydu şimdi. Umut geri gelmişti…
// yazı için ziondaşım chaosmyth'a teşekkürler...

Hiç yorum yok: