DİKKAT..bu yazıyı okumak için dizinin en az ilk 17 bölümünü izlemiş olmak gereklidir... yoksa spoiler kurbanı olabilirsiniz...
diziye başladığım zaman (03,02,2006) yazdığım ilk mesajda (bkz: lost'a başlamak) ilk 4 bölümü izlediğimi yazmıştım ve ortalama 1 ay sonra (02,03,2006) yazdığım ikinci mesajda ( bkz: lost'a devam etmek) ise bu süre boyunca iki bölüm daha izlediğimi yani 6. bölümü bitirdiğimi söylemiştim :) hatta hafif dalga geçerek... "bu diziyi izle yamulacaksın ve sabredemeyeceksin" diyenlere latife etmek adına "amma da sabırlıyım di mi ama" falan demiştim :)
şu an üçüncü mesajımı okuyorsunuz ve tarih 15,03,2006... ve ben az önce 17. bölümü bitirdim... kendi hızımı kaça katlayarak gittiğimi bilmiyorum ama... dizinin bölümlerinin elimde olmasının kolaylığına kaçtığımı itiraf edeyim :))
"peki neden 17. bölümde konuşmaya başladın" derseniz de şöyle derim...
bu bölümü çok sevdim ben...
adanın gizemi üzerine hiç bir bilgi içermeyen... tamamen ilişkiler üzerine bir bölüm olmasına rağmen çok hoşuma gitti.
bir kere dizinin bu bölümünün adı bomba.. "Lost...In Translation" süper olmuş.. bilenler bilir, bilmeyenlere tavsiye etmek istediğim ve benim de yeni izlediğim "Lost in Translation" diye bir film var. (üzerinde çalışıyorum :) ) 2003 yapımı ve Bill Murray ile Scarlett Johannson'ın başrollerinde oldukları farklı bir film. gerçi her ne kadar filmin bizdeki ismi "bir konuşabilse" olmuş olsa bile genel anlamda "çeviri esnasında kaybolan" tarzı bir anlamı olması lazım. filme çok güzel uyan bir isim idi. aynen Lost dizisinin içeriği bakımından bu bölümüne de çok güzel uyan bir isim olmuş. akıl eden zekaları takdir etmek lazım :))
ayrıca... tabiki... korelilerin ağırlıkta olduğu bir bölüm olduğu için sevmemek elde değil. "Sun" karakterini daha da sevmeye başladım ki bu bölümdeki denize giriş anı çok hoştu... nasıl bir sevimlilik ve cazibe karışımıdır ki görüldüğü her kare çok güzel bir hale bürünüyor "sun" sayesinde :) işte uzakdoğu farkımı desek ne desek bilmiyorum ama topluluk önünde sahilde "ingilizce bilme bilgisi" yüzünden ifşa olduktan sonra... o topluluk dağıldığında bile uzakdoğunun getirisi olarak.. karı-kocanın farkı kendini belli ediyordu.. ekrandan taşıyordu... mistik bir hava olarak :) finalde doğru "jin"in babasıyla yaptığı konuşma adına "bunlar sarılırlar ve yeniden başlarlar" diyordum ama tutturamadım... böylesi daha iyi mi oldu bilemiyorum ama göreceğiz...
tutturduğum şeylere gelirsek.. bir tanesi sal'ı ufak veledin yaktığı yönündeydi.. ben onu tahmin ettim ve tuttu :) hatta ya çocuk ya da Locke diyordum ama... Locke finale doğru "aramızdan kim neden istesin ki buradan ayrılmamızı" diyerek beynime beynime tokat attı :)))) ki sonrasında hedefimi zenci çocuktan yana çeviriverdim zaten :)
diğeri ise... Hurley finalde sidiçalar'ı ile güzel bir parça dinlemeye başladığında "yahu amma dayanıklı pilmiş be, hiç mi bitmez" diyordum ve sonrası malum :))) hatta ben önceleri tahmimin tuttuğunu düşünmemiştim bile ve "yahu en güzel yerinde divx takıldı ya da bozukmuş" demiştim ama sonrasında gördük olayın aslını "Son of a bitch" sözleriyle şişman kardeşin :)))
sawyer'ın Jin'e tekme atarken "bruce" diyerek.. söz de Bruce Lee'ye gönderme yapmasına azcık kıl kaptım... amerikalılar bunu hep yapar ve uzakdoğulular da buna hep kıl kapar. hatta şu aralar vizyonda olan "bir geyşa'nın anıları" filminin... uyarlandığı kitabın içeriği açısından "japon" hikayesini anlatmasına rağmen... 1-2 japon dışında geri kalan tüm karakterleri çinli oyunculara vermeleri sorasında uzakdoğuda epey bir tartışma çıkmış, tepkiler almışlardı.. onlar sevmezler (ki haklı olarak) böyle "çekik gözlü hepsi" tarzındaki bakış açısını... genelleme anlayışını... tek kefeye konulmalarını... işte burada da Bruce Lee'nin çinli olduğunu bile bile bir koreliye Bruce diyerek espri yapmaya kalkmak bir o kadar acemice ve bir o kadar iticidir... bunu da belirtmeden geçemedim :))
yazı uzun oldu... dizinin genel gidişatından da bahsedecektim ama onu bir iki bölüm daha izledikten sonra yapayim en güzeli...
şu an üçüncü mesajımı okuyorsunuz ve tarih 15,03,2006... ve ben az önce 17. bölümü bitirdim... kendi hızımı kaça katlayarak gittiğimi bilmiyorum ama... dizinin bölümlerinin elimde olmasının kolaylığına kaçtığımı itiraf edeyim :))
"peki neden 17. bölümde konuşmaya başladın" derseniz de şöyle derim...
bu bölümü çok sevdim ben...
adanın gizemi üzerine hiç bir bilgi içermeyen... tamamen ilişkiler üzerine bir bölüm olmasına rağmen çok hoşuma gitti.
bir kere dizinin bu bölümünün adı bomba.. "Lost...In Translation" süper olmuş.. bilenler bilir, bilmeyenlere tavsiye etmek istediğim ve benim de yeni izlediğim "Lost in Translation" diye bir film var. (üzerinde çalışıyorum :) ) 2003 yapımı ve Bill Murray ile Scarlett Johannson'ın başrollerinde oldukları farklı bir film. gerçi her ne kadar filmin bizdeki ismi "bir konuşabilse" olmuş olsa bile genel anlamda "çeviri esnasında kaybolan" tarzı bir anlamı olması lazım. filme çok güzel uyan bir isim idi. aynen Lost dizisinin içeriği bakımından bu bölümüne de çok güzel uyan bir isim olmuş. akıl eden zekaları takdir etmek lazım :))
ayrıca... tabiki... korelilerin ağırlıkta olduğu bir bölüm olduğu için sevmemek elde değil. "Sun" karakterini daha da sevmeye başladım ki bu bölümdeki denize giriş anı çok hoştu... nasıl bir sevimlilik ve cazibe karışımıdır ki görüldüğü her kare çok güzel bir hale bürünüyor "sun" sayesinde :) işte uzakdoğu farkımı desek ne desek bilmiyorum ama topluluk önünde sahilde "ingilizce bilme bilgisi" yüzünden ifşa olduktan sonra... o topluluk dağıldığında bile uzakdoğunun getirisi olarak.. karı-kocanın farkı kendini belli ediyordu.. ekrandan taşıyordu... mistik bir hava olarak :) finalde doğru "jin"in babasıyla yaptığı konuşma adına "bunlar sarılırlar ve yeniden başlarlar" diyordum ama tutturamadım... böylesi daha iyi mi oldu bilemiyorum ama göreceğiz...
tutturduğum şeylere gelirsek.. bir tanesi sal'ı ufak veledin yaktığı yönündeydi.. ben onu tahmin ettim ve tuttu :) hatta ya çocuk ya da Locke diyordum ama... Locke finale doğru "aramızdan kim neden istesin ki buradan ayrılmamızı" diyerek beynime beynime tokat attı :)))) ki sonrasında hedefimi zenci çocuktan yana çeviriverdim zaten :)
diğeri ise... Hurley finalde sidiçalar'ı ile güzel bir parça dinlemeye başladığında "yahu amma dayanıklı pilmiş be, hiç mi bitmez" diyordum ve sonrası malum :))) hatta ben önceleri tahmimin tuttuğunu düşünmemiştim bile ve "yahu en güzel yerinde divx takıldı ya da bozukmuş" demiştim ama sonrasında gördük olayın aslını "Son of a bitch" sözleriyle şişman kardeşin :)))
sawyer'ın Jin'e tekme atarken "bruce" diyerek.. söz de Bruce Lee'ye gönderme yapmasına azcık kıl kaptım... amerikalılar bunu hep yapar ve uzakdoğulular da buna hep kıl kapar. hatta şu aralar vizyonda olan "bir geyşa'nın anıları" filminin... uyarlandığı kitabın içeriği açısından "japon" hikayesini anlatmasına rağmen... 1-2 japon dışında geri kalan tüm karakterleri çinli oyunculara vermeleri sorasında uzakdoğuda epey bir tartışma çıkmış, tepkiler almışlardı.. onlar sevmezler (ki haklı olarak) böyle "çekik gözlü hepsi" tarzındaki bakış açısını... genelleme anlayışını... tek kefeye konulmalarını... işte burada da Bruce Lee'nin çinli olduğunu bile bile bir koreliye Bruce diyerek espri yapmaya kalkmak bir o kadar acemice ve bir o kadar iticidir... bunu da belirtmeden geçemedim :))
yazı uzun oldu... dizinin genel gidişatından da bahsedecektim ama onu bir iki bölüm daha izledikten sonra yapayim en güzeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder