Salı, Eylül 06, 2005

Beş dakika daha..

man_sleeping

sabah zili çaldığında, bilinçlenme artık nasıl bir hızla harekete geçiyorsa; eliniz çalan saati durdurma ve o iğrenç uyanış çanının o iğrenç sesini -ki buna ses demek çok masum olacaktır şayet adeta beyne periyodik olarak saplanan oklar gibidir- ortadan yok etmek için uzandığında daha kolunuz hedefe varmadan bilinciniz çoktan atı alıp üsküdar'a girmek düzeyine ulaşacaktır. ve kolunuz halen hedefe doğru hareket ederken o an fark etmiş oluyorsunuz, o ses ile sonuna yaklaştığınızı. yani o tatlı yatay dinlenme -ben buna demlenme de diyorum- durumunuz dikey zorunluluklar tarafından tecavüze uğrayacağından dolayı uykunuzun sonlanacağını.

ve bu talihsiz başlangıcın, bu dikey sebeplerin israfil'in ağzındaki düdüktür sizin sevgili çalar saatiniz. sevgili dediğime bakmayın ama. hani derler ya bir kaşık suda boğarım diye işte benim içinde çalar saatlerin öyle bir manevi değeri vardır. hatta multi milyarder bir insan olsam her gün bir saatin helvasını yiyebilirdim duvara fırlatmak suretiyle sesini keserek.

elinizin hedefe yaklaşmasına ramak kalmıştır. bilinç artık her şeyin farkındadır. ve bu aşamada artık isyankârlık başlar. için için isyan edersiniz, gözleriniz bu çirkinliği görmek istemez, ki zaten istese de açılmaz bir türlü uykunun cazibesiyle karışan isyankarlık yüzünden.

durmalıdır bu saat, susmalıdır her şey, konuşmalıdır sessizlik ve her şeye göğüs germişçesine bir eda ile yorganın kenarından tutup diğer tarafa dönmek istersiniz, dönerken de yorgan tüm vücudunuzu sarmalıdır. ve siz o anki kayıp iki üç saniyeye acımadan tüm bu sesleri affedip derin ve sonsuz olduğuna inandığınız, tadına hiç doymak bilmediğiniz, için için içtiğiniz bu rüyasal dünyanıza geri dönersiniz. tabi tüm bu rahatlık sadece temennidir. belki de uyku sonrası uyanma evresindeki başka bir düştür. aslında o anlık hayata karşı yaptığınız eş zamanlı isyankârlık ile yalvarış ortaklığıdır. hiçbir zaman işler iyi gitmediği için burada da iyi gitmeyecektir çünkü.

saati büyük bir nefret ile susturursunuz. işte tam o noktadan sonra işler biraz daha garipleşir, allak ile bullak tarzında ilerlemeye çalışır. saat susmuştur ve onunla işiniz bitmiştir. zaten aslında ona o kadar da düşman değilsinizdir. sonuç itibariyle o sadece amacı gereği olan, yapması gereken bir işi yapmıştır. zamanı geldiğinde deli gibi çalmayı.
evet. çalmak !... düşününce ne kadar da kara mizah var bu saatlerin isimlerinde değil mi? ya masum bir rastlantı ya da hayatın apayrı bir dalga geçme yöntemi. her ne olursa olsun saat çalmaya başladığında hem görevini yapmakta hem de yatay demlenme halimizden her seferinde bir parça daha koparmaktadır. böyle bile olsa ona cidden o kadar düşman olamıyorsunuz. ne de olsa onu siz programladınız. yoksa o öylece duracak masanızda ve yelkovan akrep kardeşliğinde pilinin yettiğince zamanı gösterecekti. onu siz programladığınızdan asıl onu programlamanıza sizi zorlayan nedenler topluluğuna kızgınsınızdır. işte bu yüzden dünya üzerinde binlerce saatin neslini tüketiyor insanoğlu duvara fırlatma şeklinde. saatlerin suçu yok. ama ne yazık ki o an sadece yanımızda onlar olduğu için ve bas bas bağırıyorlar diye onlardan alıyoruz tüm hiddetimizi. aslında olaya doksan derece farklı açıdan bakmayı başardığımız an, o saatin bize "uyan" mesajı verdiğini görebileceğiz. fiziksel uyanmanın ötesinde bir uyanmak tabi bu !...


saat sussa da halen yataktasınız. kollarınız başınızın altında gözleriniz evin tavanında. sessizlik ne kadar devam etse de artık hiç kimseyi kandıramazsınız. hayat başlamıştır artık. birazdan sebebi ne olursa olsun o yatak boşalacak ve git gide soğuyacaktır. bu kaçınılmazdır. yapabileceğiniz tek kendinizi kandırma hareketi "beş dakika daha" sendromudur. normalden daha çabuk biter üstelik bu beş dakikalar. ve hiç isteğinizin de biteceği yoktur beş dakikalar adına. "beş dakika daha, ya bir beş dakika daha, dört dakika oldu hani benim bir dakikam" gibi tepkimeler ile hayatınızın zamanlarından çalmaya başlarsınız. tabi daha sonra bunu çok acı bir şekilde ödeyeceksinizdir. çünkü ödemeniz gerekecektir. dengelemek adına bu şarttır. hep tatlı hep tatlı olmaz ki ama. tatlı uyku da bir yere kadardır. biraz da bunu ödemek için acı gerekecektir. ve istemeseniz de o acı sizi bir şekilde bulup o beş dakikaların hesabını soracaktır. sakın düşünmeyin.kaçamayacaksınız çünkü hiçbir şekilde.

artık kendi bünyenizle, isteklerinizle, isyankârlık ve yalvarışlarınızla olan tüm çekişmeleriniz, tüm o seyri tavan haliniz ve beş dakikalık mutluluklarınıza ara vererek yatağınızın kenarına oturma pozisyonunu almıştır bünyeniz. gözler artık tavanda değil yerdeki çoraplarınızdadır. eller iki yandadır. vücudun kan dolaşımı daha sabit hale geldikçe düşsel döngü git gide uzaklaşırken, o mutluluk hali çaresizlik ile silah zoruyla yer değiştirecek ve böylece hayatın gerçeği daha da netleşecektir. netleştikçe de yüreğinize oturmaktadır. ve siz bir kere ayağa kalktığınız zaman aslında tüm gün o yüreğinize oturan ağırlığı da taşıyacaksınızdır.

saniyeler geçtikçe; iyice varlığını belli eden gerçekleri ve dikey zorunlulukları gördükçe her şey o kadar acı gelmeye başlasa da bir şekilde ayağa kalkmak zorunda olduğunuzu anlarsınız. ruhunuz iç dünyanızın dağlarından intihar edercesine çığlıklar atsa da bir küstah gibi onu duymazdan gelip fiziksel dünyadaki köleliğe doğru giden yolda artılar ile eksileri birleştirip enerji üretmeye başlarsınız bir pil şeklinde. ayaktasınız ve yatağınız adeta uçurumun kenarında elinizden son anda kayıp aşağı düşen, düştükçe de gitgide gözünüzde ufalan bir varlık gibidir. ne yazık ki yapacak hiç bir şeyiniz yoktur. çünkü aslında gece saati programladığınız gibi sizinde programınız işlemeye başlamıştır. bu yüzden hayata adım atmaya başladıkça aslında içinizdeki "beni" çiğner geçersiniz tüm acımasızlığınızla. ve o an anlamı olan tek şey tüm bunların tekrar edeceği gerçeğidir.

işte ben her sabah böyle uyanıyorum birçoğu gibi. şu an tüm bu düşünceleri unutmak istiyorum. umurumda olmasın istiyorum. o yüzden lütfen beni, az sonra üzerinden çiğneyip geçeceğim "ben" ile yalnız bırakın. çok fazla bir süre istemiyorum. sadece beş dakika daha…

1 yorum:

bitkisel dedi ki...

Kusmukdaş !!
Süpper valla niye benim aklımada böyle şeyler gelmiyor ki ?