Perşembe, Mayıs 25, 2006

Mission: Impossible 3 / Görevimiz Tehlike 3

özlediğimize, beklediğimize değdi bu film. fazla bir beklenti içine girmeden... görevimiz tehlike'nin ne vereceğini bilerek gidip izledim ve sonuçtan memnunum. vaadettiği eğlence ve aksiyonu eski filmlere göre daha gerçekçi olarak yerine getiriyor. süresi boyunca eğlendiriyor.. doyuruyor. daha ne olsun.. tabi diğer iki filmden kendini ayıran çok güzel bir yönü var. "göndermeler zinciri".. buna geleceğiz en sonunda..

filmin özellikle sevdiğim yönlerinden birisi dizicilik sektöründen gelen bir adamın (Lost dizisinin yapımcısı J.J.A) yönetmenliğini yapması sonucunda ortaya çıkan "takım" ağırlığı. dizilerdeki gibi birden fazla başrol mantığını hissettim. artık ajan'ın ek-yardımcı-arkadaşları da belirli ağırlıklara sahipler. genelde ikinci adamlar çok fazla geri planda olurlar. bu filmde daha çok işe yarıyorlar. ve takım oyununun keyfini sunuyorlar izleyiciye.

-bundan sonrası spoiler olabilir-

film ilk film ile ikincinin karışımı gibi bişey olmuş. uzun binaya tepeden girme ve aşağıda bekleyen minibüs ile ikinciye... sarsılmaz güvenli olduğunu düşündüğümüz ajanlık müessesesinin kendi içindeki hainsel çatlaklardan dolayı birinciye benziyor. tabi bunları kendi başına "göndermeler" başlığı altında bile örnekleyebiliriz...

içinde aşk olmayan bir görevimiz tehlike istemiyor değilim hani. ayrıca sonunda karakterin ölmesinin daha hoş olacağını bile düşündüm.. çünkü bu görevimiz tehlike müessesesinin bond gibi bir karakterle özdeşleşmesini istemiyorum. bu olay gözümüzde takım çalışması olarak daha hoş görünüyor çünkü. bond'un alternatifi şekline bürünmesini istemem yani her ne kadar bir bond sever olarak...

aksiyon olarak yeterince doyurucu. abartılı şeylerin derecesi daha düşürülmüş.. işe yaramış. boşa bir sürü patlama alev sahnesi izlemediğimiz gibi aynı tarz bir aksiyona girme hatasından da kurtarılmış. ethan çantayı alırken görmüyoruz bu yüzden. ben beğendim bu ayrıntıyı. safi alev yerine çok güzel bir köprü sahnesi var. oradaki şölene bayıldım.. ve görevimiz tehlikenin ana iskeletini oluşturan kurnaz operasyon ayrıntıları iyiydi.. en çok vatikan çıkartmasına bayıldım. baştan sona kadar kusursuz idi.. ha unutmadan söyliyim Ethan'ın bir sahnede sağdan sola koşuşu var ki unutulmaz karelerim arasına girdi. koştukça koşmuş.. epey yormuşlar :)


göndermelere gelirsek;

göndermeler o kadar spoiler olmuyor gerçekten ama bu tür filmlerde "böyle şeylerin ne kadarını keşfedicez acaba" oyununu oynamayı çok seviyorum. hatta işi abartıp filmin içinde birbirimizi dürterek, filmden sonrada dönüş yolunda sürekli konuşarak göndermelerin tadını çıkardık.

1) ilk olarak motorsiklet sahnesinde "TopGun" göndermesini bulduk.

2) sondaki cep telefonu ile ajanın yönlendirildiği sahne resmen matrix :) çok keyifliydi. araklamadan ziyade hoş bir saygı duruşu hissettim ben. ne de olsa isteseler bin türlü yolla o sahneyi başka türlü çekerlerdi. yönetmenin kendini bile bile zedelemek isteyeceğini sanmam.. hem o sahne sayesinde "matrix'de Neo için Keanu yerine Tom Cruse ve Will Smith alternatifleri" hakkında zamanında yapılmış olan rol teklifleri düşüncesini gözümüzle görmüş olduk. evet.. malesef Tom'dan Neo olmazmış :)

3) sinema çıkışı burundan sokulan öldürücü çip sahnesi ile Arnıld amcanın Gerçeğe Çağrı filmine göz kırpıldığını farkettik.

4) tabi en güzeli... film esnasında o köprüleri görür görmez yine Arnıld'ın True lies'ını hatırlamak... araçların patlamaya başladığı anlarda bu anıyı daha da diriltmek... ve film sonrası yolda buna bir de karısının Ethan'ın ajan olduğunu bilmediğini ekleyip, taşları yerine daha iyi oturtup coşmak idi :))

5) filmin girişinde gördüğümüz sahnenin.. daha sonra filmde asıl yerinde gördüğümüz esnada çalan müzikler bizzat Lost dizisine ait. tam benzemesin diye azıcık değişiklik var ama duymak süperdi...

6) sonunda benim "keşke ölse" dediğim sahnede karısının ethan'ı diriltmek için yumruklarını saydırdığı sahne ise yine Lost'taki Charlie'yi diriltme sahnesine göz kırpmak sayılabilir...

7) yukarda bahsettiğim... ilk filme konusal olarak.. ikinci filme minibüs gibi sahnelerle benzerlik olan durumları da gönderme olarak sayıp, bunlara "vatikan" duvarından inişi ile 1. filme ve başkasının yüzünü taklit etme olayı ile 1. ve 2. filme el sallaması...

8) italyada geçen sahne sonrası tekne ile kaçmaları ufakta olsa "italyan işi" tarzındaydı...

gibi maddeleri sayabilirim.. tabi daha çok ince göndermeler de vardır elbette ama asıl kaynağını izlemediğimden dolayı gözüme çarpmamış olabilir. ama anet sunucularındaki bir arkadaşımın da gözüne çarpıp bizimle paylaştığı göndermeleri de direkt onun ağzından sayayim yeri gelmişken..

9) Pulp Fiction'da bilirsiniz Ving Rhames'i uzun bir süre hep arkadan gösterir, ensesinde bir yara bandı görürüz hep. M:I 3'de Ving Rhames'in enseden göründüğü bir sahnede aynı yerde bir yara izi var, yara bandı düşmüş hali yani :)

10) Bud reklamına gelince, hatırlarsanız, Philip Seymour Hoffman kılığındaki Tom Cruise ile Maggie Q Vatikan'dan kaçarken Lamborghini'yi kanalizasyon kapağının üzerinde durdup kapağı açtıklarında altta Ving Rhames beklemektedir ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:
T.C. - What's up? (Naber?)
V.R. - Nothing. What's up with you? (Hiç. Senden naber?)
T.C. - Nothing. (Hiç)
şimdi e-mule, e-donkey, torrent falan gibi bir yerlerden "What's Up?" temalı Budweiser reklamlarını indirin (arama bölümüne Budweiser - What's Up yazmak yeterli) ve reklamların başlangıçlarını izleyin ve iyi dinleyin... Zaten sevdiğim bir reklamdı, cuma günü sinemada ilk duyduğumda hakikaten yarıldım. Hala düşündükçe gülüyorum :)... Bir operasyon ortamındayken heriflerin (Cruise ve Rhames) laubaliliğini hatırlayıp tekrar gülün :).

Hiç yorum yok: